Eski Türklerde Budizm ve Önemi

forget31.01.2012 - 19:34
ESKİ TÜRKLERDE BUDİZM VE ÖNEMİ GİRİŞ

          Budacılığı anlatmanın temel bir farklılık gösteren iki biçimi vardır.Birincisi,Budacı öğretiyi bir perennis philosophia kalıbı içine sokmak ve doğurganlığı ve canlılığı yirmi beş yüzyıldan beri yalanlanamayan dinsel yazılarda onu bütün dinsel inançların bir müttefiki,hatta kardeşi durumuna getirecek evrensel ve sürekli gerçekleri aramakla ilgilidir.Doğrusunu söylemek gerekirse,bu araştırma yöntemi modern Hindistan’ın en yetkin düşünürlerinin öğretilerine denk düşmektedir.Bu tavır Ramakrişna’nın sloganı haline getirdiği Rig-Veda’nın çok eski sözünü benimsemeye götürür.ekam sad vipra bahudha vadanti:”Edebi olan tek’tir ama birçok adı vardır.”Gandi’nin temel düşüncesini oluşturan Edebi’nin birliği için mücadele etme anlayışı görülebiliyor burada.Bununla birlikte,hoşgörüsüzlüğü ve dinsel çatışmaları bitirebilecek evrensel bir maneviyatın oluşması bağlamında böyle bir yöntem ne kadar üretken olursa olsun,bunun sadece güçlü tarihsel temelleriyle ön plana çıkabilecek bir Hindistan’ın dinsel yaratılıcılığına uygulanması bir kuşku,bir sıkıntı doğurabilmektedir.Gerçekten de, Budacılık Hint düşüncesinin tüm çevre çizgilerini silikleştiren yoğun sisten doğmuştur.Öyle ki, Hint tarihçileri için kronolojik bir sınır işlevi  görür; sonsuz değişim içindeki ve sadece kendisine benzeyen bir ülkenin, en geniş ve cüretli senkretizmlere adanmış tüm düşüncel etkinliklerin içinde yüzdüğü belirsizlik ortamının dışındadır.

           Buna karşılık, ikinci yöntem Budacılığa gerçek tarihsel ufkunu vermekle ilişkilidir.bir dini cismani ve evrenci özellikleriyle düşünmek Batı  düşüncesindeki bir deformasyondur. Bununla birlikte, şunu da belirtmek gerekir ki, Budacılığın doğuşunu sadece bu yöntem açıklayabilir, öğretisini özgünlüğünü sadece o belirginleştirebilir ve bu dinin Uzakdoğu tarihindeki çok önemli rolünün hakkını  gene sadece o verebilir.

BUDİZM

       M.Ö. VI. yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkan Budizm, Hindistan’ın dışında M.Ö. III. yüzyılda yayılmaya başlamış Baktriya ve Gandhara’da mekan tutmuş; sonra Orta Asya’ya, Çin’e  372’den sonra Kore’ye uzanmış; Tibet’e yerleşmesi ancak VIII. yüzyılda olmuştur. Bir kısım bilginlerin aykırı görüşüne rağmen Köprülü’nün Türk asıllı olduklarını ve Sakalara karıştıklarını bildirdiği Yüeçiler M.S.I. yüzyılın ortalarında Sind ve Pencap’ı sonra da bütün Kuzey Hindistan’ı ele geçirerek Kuşan hanedanını Tesis etmişlerdir ki, İç Asya’da ve hatta Çin’de Budizm’in yayıcıları bunlar olmuşlardır.


Buna rağmen Batı Türkistan’da Budizm, Sasanilerin desteklediği Zerdüştilik ve Mani dini karşısında pek tutunamamış. Doğu Türkistan’ın yerleşik çevrelerinde kendine daha uygun muhitler elde etmiş.Budist külliyeler Çin’e doğru uzanan kervan yolları boyunca dikilerek faaliyetlerini asırlarca sürdürmüşlerdir.Güneye doğru uzanan kervan yolu üzerinde Hotan ve Miran; kuzeye giden yol boyunca ise Tumşuk ve Kuça şehirlerinde ÎII-IV.yüzyıllardan itibaren kurulmaya başlayan, “Vihara” ve Türkçe “Vihar” denilen Budist manastırlarında “toyin” denilen Budist rahipler bunu dinin propagandalarını yaptılar. Buhara şehri aslında adını bu manastırlardan almakta ve anlaşılan özellikle Göktürkler zamanında orada bir çok Budist manastırı bulunmaktadır.

         İslam dünyasında medreselerin kurulmasında ve Selçuklular zamanında onların bütün İslam memleketlerine yayılmasında bu Budist Viharalar’ın etkisi olmuştur. Türkler, Buda  heykellerine “Burkan” ve tapınaklarına da” Burkan evi” denmektedir ki anlayışımla bu da Vihara’dan gelmektedir.
Buda’ya bir önder, bir kurtarıcı ve hatta bazen de Tanrı gözü ile bakan bir cemaatin kurulmasına sebep olduğu için bu doktrini bazıları bir din olarak vasıflandırır; bazıları ise bunu, Tanrıdan hemen hiç bahsetmeyip, metafizik ve mistik elemanlardan ari olduğu için bir felsefi sistem olarak görmeyi tercih eder. Geleneğe göre Budizm’in kurucusu Guatama M.Ö.525’te Kuzey Hindistan’daki Buddh Gaya köyünde bir ağacın altına oturmuş, murakabe yoluyla tabiatın sırrını bulmaya, hayatın getirdiği ıstırapları yenmeye çalışırken vecde dalıp Buddhalığa erişmiş(yani gizli hakikate gözleri açılmış) ve hayatın ıstıraplarından kurtulmak için bir çare keşfetmiştir. Buddha’nın,altında murakabeye daldığı ağaca(ficuz religiosa)Buddistlerce Bodhi rukkha veya kısaca “bö” ağacı adı verilir. Ve bu ağaç kutsal sayılır. Böylece sulh ve selamet yolunu bulan Buddha, kısa bir tereddütten sonra , bunu bütün insanlara bildirmeye karar vererek evvela Hinduizmin merkezi olan Benares’e gitmiş sonradan hayatının sonuna kadar Kuzey Hindistan’ı durmadan gezerek doktrinini yaymış ve bir cemaat kurmuştur. Buddistlerin ” kelime şahadeti” şudur: “Buddha’ya sığındım doktrin veya kanuna sığındım cemaate sığındım.”



       Buda’nın mutluluğa yolculuğunu öğrenmek için kullandığı ana harita Dört Soylu Gerçek olarak adlandırılır. Buda ilk Soylu Gerçekte yaşamda “derdin kaçınılmaz, acı çekmenin ise isteğe bağlı olduğunu “açıklar. Buda bunu tam olarak bu sözlerle ifade etmiştir;kendi dilinde anlatmıştır.Hayat esasen ıstırapla doludur zevk ve sefası bir hayal, aldatıcı bir rüyadır;doğum, ihtiyarlık, hastalık ve ölüm ise korkunç birer hakikattir. Bu ıstırabın asıl sebebi, cehaletin sebep olduğu bütün hevesler ve bilhassa yaşama arzusudur. Istırabı yenmek için, bütün heveslerle beraber, yaşama hevesini de söndürmek gerekir. Yaşama hevesinin yok olmasıyla insan, palice nibbana, sanskritçe nirvana denilen daimi sulh ve saadete kavuşur ve ölünce de bu halde kalarak tekrar dünyaya gelip yine bu ıstıraplara duçar olmak zorunluluğundan kurtulur. Daha kesin bir ifadeyle, insan yaşama hevesinin sönmesiyle nirvanaya ölünce de parinirvanaya girer.
             
       Buda’nın mutluluk ve gönül rahatlığına yolculuk için sunduğu esas harita Sekiz Katlı Yol diye adlandırılır. Bir yol burada oraya gider ve oraya ne kadar yakınsanız, buradan o kadar uzak olursunuz. Yol, bir merdiven gibi tedrici olarak ilerler ve tıpkı bir merdivenin beşinci basamağına atlayıp tırmanmaya başlamayacağınız gibi, gerçek bir yolda başından başlayıp doğrusal bir şekilde sonuna kadar ilerlemeniz gerekir. Dört yüksek hakikati idrak etmiş olup nirvanaya kavuşmak isteyen insan, zevk ve sefadan kaçınmalıdır. Fakat ifratlı bir cebrinefisten, çile zihniyetinden de aynı titizlikle çekilmelidir. Bu zıt iki tehlikenin her ikisinden de aynı derecede uzak kalarak “orta” yoldan yürümelidir. Dört yüksek hakikatin bir insan tarafından teorik bakımdan kabulü, şu sekiz pratik neticeyi doğurmalı: Doğru anlayış, hırs, söz,  hareket,yaşama,gayret, düşünme, murakabedir. Görüldüğü gibi vahye ve nirvanaya götürecek yol, bu maksadın ve buna erişmek için başvurulacak çarelerin zeka tarafından layıkıyla kavranmasıyla başlar. Bu teorik anlayışın his ve isteklere tesir etmesi, insanin zevk ve sefa hayatından ayrılarak hiçbir yaratığa karşı düşmanlık hisleri beslemez bir hale gelmesi ikinci merhaleyi teşkil eder.Üçüncü merhale, yalan, iftira, küfür, dedikodu ve gevezelikten kurtulmaktan ibarettir.dördüncü merhaleyi teşkil eden doğru hareket, alelumun ahlaki hayatı kast etmekle beraber, bilhassa hiçbir yaratığı öldürmemek, çalmamak, sıkı bir cinsi disiplin, his hayatına hakim olmaktır.Doğru yaşama virgül hiçbir yaratığa zara vermeyecek mesleklerin seçilmesi demektir.(kasap, balıkçı, alkol ve uyuşturucu maddeler ticareti yapmak caiz değildir).Doğru gayret evresi, ruhu daha sıkı bir umumi disiplin altına sokar.İnsan düşüncelerine hakim olmalı,bunları daima takip ettiği maksat üzerinde toplayarak tembellikten dalgınlıktan sakınmalıdır.Doğru düşünme ruhun bedene tam manasıyla hakim olmasının

sonucunda merhale olan doğru murakabe ise, vahiy yolu ile buddhalığa, nirvanaya kavuşmayı ifade eder. 
 
   Budizm Türkler arasında daha çok Mahayana  ile lamanizm yayılmıştır.Ancak Hinayana kolonunda faaliyetleri görülmüştür Daha çok  ferdi  bir kuruluş felsefesi şeklinde anlaşılan Hinaya’dan farklı olarak Mahayana Budizm’i Türk kozmolojisinin esasını oluşturan Üniversalizmin etkilerini güçlü şekilde barındıran bir toplum dini olmak eğilimindedir.Mahayana mezhebi,dünya hükümdarının dünyanın merkezinde ki yerine Budizm’deki tarihi Burkan Sakyamuni’nin şahsiyetini yerleştirmiştir.Böylece Budist azizler hükümdarlar mertebesine yükseltilmiş.ve Budistlerin murakabe için oturuş tarzları ,İç Asya’da Türk hükümdarlarının bağdaş kurarak oturuşunu model almıştı.:Mahayana Budizm’in de , Burkan kutuna namzet ve insanlığın kurtarıcısı bir mukaddes “bodhisatva hükümdar” tipinin menkıbere de yer almasına imkan vermiştir.Mahayana Budizmi,VII yüzyıldan itibaren eski parlaklığını kaybetmeye başlamış ve Orta Asya’da Türklerin arasında X.yüzyıldan itibaren İslamiyet’in hızla yayılması karşısında silinme yolun tutmuştur.Buna karşılık Budizm’in bir başka kolu olan Lamanizm, M.S.XII.ve XVI.yüzyıllarda iki ayrı dalga halinde Moğolistan’da yer etmiş ve bu çevrede bazı Türk boylarını etkilemeyi başarmıştır.

İlk Budacığın Belli Başlı Özellikleri:

   Buda her türlü açık gerçekliği reddeder.Tanrıyı ve onun yansıması ya da bir parçası olan ruhu kabul etmez.Öte yandan,bilinçli ve belli bir amaca yönelik bir ampirizmi yaymaya çalışır.Dört Kutsal Gerçek ve on iki yaşam teorisi yaşam deneyiminin keşfettirdiği şeyleri anlatır.İnsanlığın trajik durumu ve sorumlusu olduğu neden sonuç zincirlemesi Buda ne peygamber ne de Tanrıdır, olağanüstü entelektüel ve ahlaksal çabaları sayesinde insan kederinin gizemine girebilmiştir.Onun öğretisi insan zihnine son derece güçlü temeller sunar.Ama su ve sıcaklık isteyen bir tohum gibi açmak ve artık hiçbir biçimde kendine benzemeyen bir bitkiye dönüşmek sorundadır.Buda’nın öğretisi insan ruhunun doyumsuz bıraktığı dinsel ve mistik gereksininimlerin baskısıyla farklı Budacılıklar doğurmuştur ve bunlar da ilk dönemn tanrı tanımaz ve agrostik

Budacılığını ancak belli belirsiz hatırlatırlar, ama gene de onun olaganüstü yaratıcılığına tanıklık eder.
 
   NİRVANA

   Buda’nın izini takip ederek yaşama isteğini yüreğinden söküp atan insan, tenasühten kurtularan nirvanaya kavuşur. Nirvananın mahiyeti hakkında otoriteler, fikir ayrılığı gösterir. Bazıları bunda, sözün etimolojik manasına uyarak, bir yok olmaz görür. Başkalarıda bunun, şuurun sönmesine değil bilakis genişleyerek evrenselleşmesi, ferdi hayatın evrensel hayatla kaynaşması olduğunu iddia eder. Bu son izah daha makul görünüyor. Çünkü Buda’nın insanlara en yüksek gaye olarak varlıkların imhasını vadetmesi ve bu vahim bu derece iyi karşılanması hakikaten pek muhtemel değildir.
   Buda doktrinini dikte etmemiş; Sokrates ve isa gibi vaaz vermekler yetinmiştiri Doktirini ve bunun hakkındaki izahları ancak ölümünden çok sora hatıraya dayanarak kaleme alınmıştır. Fakat Buda Paulos’un İsa için yaptığını bizzat ele alarak, cemaatini kendi kurmuştur. Bu cemaat iki kısma ayrılır. Birincisi dünyadan çekilen, sekiz kat yoldan mümkün mertebe çabuk ilerlemeyi kararlaştırmış olan rahip veya keşişler. İkinici Buda’nın dok trini kabul etmekle beraber, bunun hayatlarına tam manası ile tatbikinin gelecege bırakarak şimdilik dünyada kalan Budistler. Bittabi keşişler, diğer Budistlerden daha sıkı bir disipline sahiplerdir. Her iki katagori içinde öldürmek, hayvan eti yemek ve keyif verici ve uyuşturucu maddeler kullanmak, oburluk etmek, keşişler yirmi saatte bir defa bir yemek yer ve cinsi hayattan tam olarak feragat ederler. Diğer Budistler ise evlenebilir fakat gayrimeşru cinsi temaz ve hareketlerden çekinmelidirler.
         
a.Hunlarda Budizm

       Temelini tek tanrı inancının oluşturduğu “Gök Tanrı Dini”ne mensup olan Hunların IV. yüzyılda bazı boyları Budizm’i kabul etmişlerdir. Bilhassa Doğu Hunları, Çin kültürü içinde erimemek amacı ile Budizm’i benimsiyor ve yaymağa çalışıyordu.Bu hususta en çok gayret gösterenler, Çinlilerin ”Chü-ch’ü” dediği Hunlar ve çoğunluğunu Türk olarak bildiğimiz Tabgaçlar idi.
Hunlar’ın Budizm ile temasa geçliği ilk çevrelerden birinin Hotan olduğu bilinmektedir. Çinlilerin”Anyang-hou”diye andığı hun beyi “Chü-ch’ü”, Hotanda Uluğ-Kölüngü (Mahayana) mezhebinin ilk merkezlerinden “Gomati”manastırında yetişmişti. Budist abideler inşa eden Hun beyleri ve sanatkarlar, eserlerini hem Çin’in hem de Altay kavimlerinin kültür mirası ile zenginleştirip derin dini hislerini ifade eden yeni bir “Budist sanat” üslubunu da meydana getirmişlerdir.
Budizm, ticaret ve politika; bu üç şey yan yana yürüyordu.382 yılında Çin’e gelen Turfan ve Şaman beyliklerinin elçileri Çin’de büyük ilgi görmüşlerdir. Çünkü bu elçiler Çince’ye çevrilmiş olan Budizm’in iki ana kitabını da beraberlerinde getirmişlerdi. Bundan da anlaşılıyor ki, Budist kitaplar önce Turfan’da Çince’ye çevriliyordu. Çin’de devlet kurmuş olan Hun liderleri Konfüçyanizm ve Taoizm’i pek anlamıyorlardı. Bu nedenle, yabancı Buda rahiplerine daha çok değer veriyor, sarayları bu gibi yabancılarla dolup taşıyordu. Buna karşılık Çinliler, yabancılara hemen hiç değer vermiyorlar ve onları ikinci sınıf vatandaş olarak kabul ediyorlardı.                           

  Çin’de imparatorluklar zayıfladıkça,Orta Asya’daki ticaret şehirleri güç kazanıyordu.Çin’de iktidarı ele
geçiren “Fu Chien” Orta Asya ile yakından ilgilenmeğe başlamıştı.

Bunun çeşitli sebepleri vardı:

 1. Türkistan’la birlikte, ipek yolunun hepsini ele geçirmek,           
 2. Kervan yollarına sahip olmak suretiyle büyük kazançlar sağlamak.

   Belli bir güce erişen beylikler, kervanlardan aldıkları vergilerle ayakta durmaya çalışmaktaydılar. İlk Çin generali adeta Budizm’in koruyuculuğunu da yapıyordu. bu çağda Kuça bir nevi “Budizm’in kalesi” olarak ün kazanmıştı. Bu general, Kuça’da oturan Budist rahibi yanına getirme bahanesi ile 70.000 kişilik bir ordu ile Türkistan’ı istila etmeyi planlamış ve yola çıkmıştı. .Görüldüğü gibi Çin, Türkistan’ı egemenliği altına almak için ticaret, politika ve özellikle de Budizm’i bir nevi araç olarak kullanmıştır.
Hunların doğudaki boyları Budizm’i siyasi nedenlerle ve özellikle de Çin’in kültürel etkisine karşı kendi kültürlerini korumak için kabul etmişlerdi. Zira M.Ö. II. yüzyıllarda Hunlarda “Gök-tanrı” inancının olduğunu görüyoruz. Hatta Oğuz han muhtemelen (M.Ö.2.y.y)”put ibadetinin baş düşmanı idi.”. Putlara tapanlara karşı büyük mücadele vermiş, putperestliğe dönen babasına karşı cephe almış ve onu tafiye ederek, eski dini yeniden kurmuştu. Mete’nin eski inanışları hakim kılma hareketi, kendi dini inanışlarına bağlılığın bir ifadesidir.Çeşitli dönemlerde görülen yabancı dinlerin kabulünde ise, yukarıda  de belirtildiği gibi anlaşılan daha çok siyasi nedenler rol oynamıştır.
b.Tabgaçlarda Budizm

   M.S. III. yüzyıl başında Hunların Tabgaç hanedanı, Hun hükümdarı ailesinin elinden hakimiyeti almış ve hunların idaresi altınındaki toprakların bir kısmını ele geçirmişti.  Çinlilerin “To-ba “ dedikleri topluluğu Türkler, Tabgaç diye adlandırıyorlardı.  Orhun Kitabeleri’nde de sık sık adı geçen ve Göktürkler yolu ile Bizans kaynaklarına da intikal eden Tabgaç kelimesi “Çin” anlamına geliyordu. Çünkü Göktürklerin ilk zamanlarında Türklerde büyük tanınan bu sülale Çin’de hüküm sürüyordu.

Aslında Türkçe olup ulu, muhterem ve saygıdeğer manasını ifade eden tabgaç kelimesi bilindiği gibi bazı Karahanlı hükümdarları tarafından da unvan olarak kullanılmıştır.  Bütün Kuzey Çin’i Hakimiyeti altına alan Tabgaç Devleti büyür büyümez, milli birliğin sağlanmasına katkıda bulunacak resmi bir dine ihtiyaç duymuştu. Tabgaçlar’ın egemenliği altında yaşayan Çinliler, Budizm’in Tabgaç topraklarında gelişmesine büyük katkıda bulundular.Hatta bu dönemde saraydaki budist rahiplerin çokluğu dikkati çekiyordu. Bunların arasında Çinli rahipler çoğunlukta idi. Tabgaçların çoğu saraydaki imparator ve çevresindekilerin kabul ettiği gibi Budizm’i kabul ettiler. Ancak bunlardan bir kısmı, küçük şehirlerde ve köylerde kalarak, merkezi dinin etkisinden kurtulmaya çalıştılar. Tabgaçların bir kısmı bu şekilde merkezi dinin etkisinden kurtulmak için kırsal kesimleri tercih etmeleri, bu dinin birtakım katı kurallarını kendi kültürel yapılarına uygun bulmadıklarından kaynaklanıyordu.Çünkü Budizm’de hayvan kanı akıtmanın yasak olmasına rağmen, Tabgaçlar “gök ayini” sırasında ak buzağı ve koç kurban ediyorlardı.

   Ayrıca Tabgaçlar kurt efsanesi, mağara, dağ, orman kültü ve göç efsanesi gibi eski inançlarını da devam ettiriyorlardı. Kuzey Çin’i tek yönetim altında birleştiren T’a-o devrinde imparatorluğun merkezi bozkır bölgesinde “Kuzey Şansi”de bulunuyordu.T’ai-Wu, o sıralarda Çin’de yayılmakta olan Budizm’in Türkler arasında nüfuz kazanmasını önlemeye çalışıyordu. Tai-wu 438’de tapınaklarda ayinler dışında dini propagandayı yasaklayan bir “emirname” çıkarmış ve 446’da emre itaat etmeyenlerin şiddetle takip ve cezalandırılmasını emretmişti.Bu tedbirlerin önemini kavrayamayan halefleri zamanla Budizm’in himayesi yoluna bile gittiler. İmparator Siun ile gelişmeye başlayan bu durum, sonra hızlanarak Tabgaçlar’ın Çinlileşmesine zemin hazırladı. Topa Han bunu sürdürmüş ve hatta daha da ileri giderek Tabgaç dilini yasaklamıştı.Tabgaçlar, Buda dini ve Çin kültürünün etkisi ile, Türk atalarının kudretli askeri vasfını kaybetmişlerdir.Budizm’in hamisi durumuna gelen Tabgaçlar bu dinin etkisiyle Çin’in eski ince kültürünün cazibesine kapılmışlardır. (Tabgaçlar 534’e doğru “Doğu ve Kuzey veya Batı” Wei’leri olarak ikiye ayrılıp kısa zamanda sora bütün toprakları Çinli hanedanlara intikal etti.
c.Göktürklerde Budizm

   Asya “Büyük Hun” imparatorluğundan sora Türk tarihi ve kültürünün en büyük mirasçıları olan Göktürklerin dini tarihine “Gök tanrı” dini hakimdi. Fakat Doğu hunları gibi Göktürklerin de kısa bir süre Budizm’i siyasi nedenler ile kabul ettikleri bilinmektedir. Mukan ve topa Kağan’ın bu dini bir yandan Çin Konfüçyanizminin diğer yandan da Bizans’tan ilerieyen Hıristiyanlığının kültürel nüfuzunun önüne görmek için kabul etmiş olabileceği düşünülebilir. Göktürklerde Budizm Mukan ve topa Kağan dönemlerinde himaye görmeye başlamış,hatta, Grandharalı Budist rahibi Jinagupta Topa Kağan’ın yanında on sene kalmış ve kağan bu rahibin müridi olmuştu.Hiç şüphesiz Budizm’in Göktürk saraylarına kadar girmesinde Budist rahiplerin büyük rolü olmuştur.

   Budizm’in Türklerin arasında yayılmasında rol oynayan unsurlardan birinin de Soğdlular olduğu anlaşılmaktadır.Onların ticari kolonilerinin Orta Asya’nın her tarafına yayıldığı görülmektedir.Onlar Orta Asya’ya İpek Yolu kanalı ile sadece Budizm’i değil, fakat aynı zamanda Mani Dinini ve Nesturi Hıristiyanlığını da götürdüler.
Soğdlular, Budist metinleri önce Sanskritçe’den Çince’ye sonra da Çince’den Soğdca’ya tercüme ettiler. Onların bu konudaki maharetlerinin farkına varan Türkler, Sogdluları sefaret ve diplomatik faaliyetlerde kullandılar. Bu arada onlar, Soğdlu Budistlerden de ister istemez etkilendiler. Bu durumu, 581’lerde I.Göktürk Kağanlığında Türk Kağanı için Soğd dilinde ve Soğd yazısı ile yazılan Bugut  yazıtı’nda görmek mümkündür. Hakikaten Taspar Kağan adına dikilen bu yazıtta “...ve o buyurdu: Yeni büyük bir Samgha (budist cemaati) meydana getir”. Nitekim Taspar Kağan “fatra” (Burkan’ın kasesi) ve Arslan gibi Budist unvanlar almış; Sütra’ları Türkçeye tercüme ettirmiş ve mukaddes Budist heykellerini yazma eserleri ve azizlerin kalıntılarını muhafaza etmek amacıyla “ediz ev”(pagoda) denilen kuleler yaptırmıştı. Bugut Yazıtı onun kağanlığın merkezine “ködüş” denen bir büyük külliye inşa ettirdiğini haber veriyor. Tabgaçların torunları, Kuzey Ch’i ve Kuzey Chou sülalelerinin saraylarından Budist rahipler zamanla Göktürk kağanlarının hizmetine geçmiş, Mukan Kağan’ın kızının 568’de Kuzey Chou hükümdarı Wu-Ti ile evlenmesi, Göktürkler ile Kuzey Chouların sarayları arasında kültürel ilişkiye yol açmıştı. Göktürk kağan soyuna mensup ve Budist oldukları kaydedilen Toharistan Yabgu’larının başkentlerine Hindistan’da yetişmiş Budist rahipler geliyor ve Kunduz ve Belh üzerinden, Batı –Türk hükümdarlığı topraklarına geçiyorlardı. Batı-Göktürk Kağanı T’ong Yabgu Hintli bir rahip tarafından Budist yapılmıstı. .

   İslam istilası sırasında Buhara yakınlarında bir ticaret merkezi olan Beyket şehri alındığında, Budist mabetlerinden çok sayıda gümüş putlar ve mücevherat ele geçirilmişti. Haccac zamanında Belh, Kandohar ve Bamyan’ın fethini müteakip, mabet ve manastırlardan çok miktarda altından Buda heykelleri ve mücevherat ele geçirildi. Budizm’in Göktürklerin egemenliği altındaki topraklara girmesinin bir diğer sebebi de ticaret yollarının gelişmiş olmasıdır. Çünkü bu yollar ticaretle uğraşanların yanı sıra, gezginci rahipler de kullanmışlardır. Hatta sadece Budist rahipler değil, diğer yabancı dinlerin rahipleri de bu coğrafi bölgede rahatlıkla dolaşıyor ve dinlerin yaymaya çalışıyorlardı.Bu durum yabancı dinlere karşı hayranlık ve sempatiden değil, sadece Türklerin bütün dinlere karşı duyduğu saygı ve hoşgörüden kaynaklanmış olabilir. Bu hoşgörü sayesinde, yerleşim alanlarına Budist Stupa’lar yapılıyordu. Turfan’da elliye yakın Buda mabedi bulunmuştu. Bu mabetlerin bazılarının kapıları üzerinde Tang sülalesinden gelen Çin imparatorlarının ferman kitabeleri bulunmuştur.

   Bahar ayları gelince şehirde oturanlar gruplar halinde toplanır Buda mabetlerini ziyaret etmek için geziler düzenlerlerdi. Bu gezintilere katılanların birçokları atlara biner, ok ve yaylarını kuşanır, avlanmaya çıkarlardı. Ayrıca kurban ayini için özel törenler yapılırdı. Hakan da dinin baş rahibi idi.  Budist rahiplerin gayret ve propagandalarına rağmen Göktürkler kendi “Gök dini” geleneklerine bağlı kalmışlardır.
   
      VIII. asırda Bilge Kağan bir ara(716- 734) Orhun’da etrafı surlar ile çevrili bir şehir yaptırıp içinde Tao ve Buda mabetleri kurdurmak istemişti. Bu düşüncesini veziri ve kayınpederi Tonyukuk’a ilettiği zaman Tonyukuk ona:”Bu olmaz! Çünkü Türkler sayıca çok azdır. Çin’de ki nüfusun yüzde biri kadar dahi değildir. Buna rağmen biz, Çin’e karşı hep başarı ile karşı koyduk. biz buna şükredelim. Biz suları ve otlaklaır takip ederek dolaşıyoruz. Bununla beraber halkımızın hepsi de savaş sanatı ile uğraşmaktadır. Güçlü olduğumuz zaman savaş alanlarına çıkıyor, zayıf olduğumuz zaman da dağlara ve derin vadilere gidiyoruz. Eğer etrafı surlarla çevrili şehirler yaparsak kendimizi hapsetmiş oluruz. Buda  ve Tao dinleri ise insanlara yumuşaklık ve miskinlik verir. Bu sebeple Türklerin yaşayışlarına ve savaşçı ruhlarına uygun gelmez. Çinlilerin karşısında mağlup oluruz. Bu nedenle bu mabetleri yapamayız ”demişti. Bilge Kağan bu görüşü doğru bulmuş ve görüşünden vazgeçmişti. Göktürkler Doğu ve Batı olmak üzere iki kağanlık bulunmaktadır. Fakat Doğu kağanı, Batı kağanının büyük hakanıdır.

   Kısa bir Budizm dönemi geçiren Göktürkler, Çin kültürüne gösterdikleri tepkiyi, Çin’de ki dinlere karşı da göstermişlerdir. Milli kültürlerinin doğrultusunda, kendi “kozmogonik” düşünce sistemlerini ve dini terminolojilerini kurmuşlardır. Bu durumu açık bir şekilde Orhun Abideleri’nde görebiliriz. Çünkü Orhun Abideleri’nde eski Türk dini terminolojisine ait kavramların sıkça geçmesine rağmen Budizm’e ait tek bir kavram bile kullanılmamıştır.

d.Karluklarda  Budizm

   Karlukların Saysan gölü ile Alagöl arasında kalan “Tarbagatay” bölgesinde yaşadığı bilinmektedir. Göktürk kabilelerinden biri olan Karluklar, “Boy” adlarını kar yığını anlamına gelen “karlıktan” almışlardır. Bu bölgede üç kabileden oluşan bir birlik halinde yaşayan Karluklar Göktürklere karşı düşmanca davranıyorlardı. Uygur ve Basmillerle anlaşarak, Doğu Göktürk Devleti’ni yıkan Karluklar, Basmil Hanlığını kurmuşlardır. Bir süre sonrada Uygularla birlikte Uygur devletini kurdular.
         

       Karlukların Hakanı, Uygur Devleti’nde en yüksek mevki olan sol yabgu olmuştu (742). Fakat bu sol yabguluk, Karlukların tamamını temsil ediyordu. Beş Balık havalisinde oturan Karlukların kendi seçtikleri Tun Bilge adında ayrı bir yabguları vardı. Çok kısa bir süre Uygularla iktidar yarışına giren Karluklar, 766’da çöken Türgiş iktidarının yerine Balasagun-Talas yöresine yerleşmek suretiyle, Batı Göktürk Hakanlığı sahasında hakimiyet kurdular. Karluk yabguları Kutlu Ötügen inancını sıkı bir şekilde muhafaza etmekle birlikte, Karluk illerinde Budizm yayılmasına devam ediyordu.  Karluklar da Budizm’in varlığını erken İslam Sofilerinden “Belhi Şakik’in” bir Karluk iline giderek, bir tapınakta yüzü ve başı tıraşlı olan al elbiselere bürünmüş.(Budist rahip görünüşlü) “Toyin” denen bir rahip ile görüşmesinden öğreniyoruz. Belhi Şakik’in bahsettiği tapınak “Vahş” vadisindeki Acına-tepe Budist tapınağı olup, bir Türk bölgesinde bulunuyordu. Ayrıca, E. Esin, Mes’udiye dayanarak Karluk ili olan Fergana ve Kuba’da, VII-VIII. yüzyıllardan kalma bir Budist tapınağının bulunduğunu, bu tapınağın Türk üslubunu yansıtmakla birlikte, Budist sanatının Tantrik veçhesinde bir özelliğe sahip olduğunu ifade etmektedir. Türk Tantrik Budist kültürü müteakiben Uygurlarda da kendisini gösterecek ve gelişecektir.
   
Karlukların aristokrat zümreleri arasında yayılan Budizm’in geniş halk kitlelerine nüfuz edip etmediği ve onların kendi örf, adetleri ve inançları doğrultusunda yaşamalarını hangi ölçüde etkilediği hususunda pek bir bilgimiz bulunmamaktadır. Anlaşılan Budizm daha çok aristokrat zümrelerin arasında kalmış; göçebelerin arasında yayılamamış; zira onların ruh ve mizaçları buna pek uygun düşmemiştir.       
e.Uygurlarda Budizm

   Orhun Kitabeleri’nde ilk defa adı geçen Uygurlar, Doğu Göktürk Devleti’ne karşı isyan etmişlerdir. (717) Kül Tigin ve Bilge Kağan, isyan çıkaran Uygur, Karluk ve Otuz  Tatarlara karşı mücadele etmiş ve bu isyanı kanlı bir şekilde bastırmıştı. Blge Kağan’ın 734’te ölümü üzerine Doğu Göktürk Devleti’nin dağılmasına sebep olacak birçok olaylar cereyan etmiştir. Çıkan olayları bastırmakta güçlük çeken Göktürklere karşı Basmiller, Karluklar ve Uygular baş kaldırmışlardır (741).
   
        Bilindiği gibi Uygular önceleri Gök Tanrı dini inancını daha sonra da Budizm ve Maniheizm gibi dinleri de kabul etmişlerdir. Aslında Uygurlar inanç alanında çok serbest davranmışlar, çabuk din değiştirmişler ve yeni kabul ettikleri dini de yaymak için gayret göstermişlerdir.(özkan izgi uyguların sıyasal ve kulturel tarıhı ankara 1987 s. 17)  Uygur Kağanı  Bögü’nün 762’de Mani dinine girmesinden çok daha önceleri Göktürkler döneminden itibaren Uygularda Budizm’in tesirlerini görebiliriz. Meşhur Uygur beylerinden biri  “P’u-sa” Bodhi
sattva Buda’nın adını taşıyordu.
 
   Bazı kaynaklara göre, Bodhisattva, P’u-sa’nın lakabı olarak kullanılmıştır. Burknacılıkta, genellikle Burkan’dan sonra en yüksek varlık Bodhisattva’dır. Daha sonra Uygurlar’ın da kabul edecekleri Burkancılığın Mahayana mezhebinde Bodhisattva, “büyük din adamlarına, dini hizmet eden hükümdarlara ve beylere verilen ünvan”lar arasına girmiştir.(şinasi tekin 1988 s.108) Buda kelimesinin karşılığı olan “Burkan” kelimesinin Uygur diline nezaman girdiğine dair bir bilgi yoktur. Bu kelimenin birinci hecesi “Bur”, Çince’den Uygurca’ya geçmiş olabilir.”Kan” kelimesi r ise “hükümdar” anlamıne gelmektedir. Dolayısı ile “kan” kelimesini Türkler eklemişlerdir. Böylece Burkan kelimesi, Buda kelimesinin karşılığı olarak Uygurlar arasında kullanılmaya başlanmıştır.

    Doğu Türkistan’da Kuça, Kum Tura, Akdağ, Karaşar, Kiriş, Şorcuk önemli Budist merkezleri idi. Uygurca Budist metinlerin birçoğu Turfan’da bulunmuştur. Bunların soğudcadan etkilendiği görülür. Dolayısıyla Uygurarın Budizm’i kabul etmesinden soğudların büyük etkisi vardır. Fakat bununla beraber bu metinler Çince’den tercime edilmiştir. Uygurca yazılan en ünlü Budist metin “Maytrisimit” dır.

            SONUÇ

   Budacılığın yazgısı şaşırtıcıdır, doğduğu ülkede neredeyse tamamen yok olmuş ama çölleri ve denizleri aştıktan sonra Uzakdoğu’nun neredeyse tüm ülkelerinde büyük bir atılım gerçeklerştirmiştir. Paradoksal görünen bu olguyu açıklayabilmek için birçok neden gösterilmiştir ve bunların her biri kendi içinde kesinlikle geçerlidir ama farklılıkları insan aklının tam anlamıyla çözemeyeceği tarihin gizemlerinden biriyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir. 

   Bu durumdan kısmen Buda rahiplerinin sorumlu olduğu söylenebilir. Brahmanların egemen Hindu edebiyatına saldırıları çok  fazla önemsememek gerekse de Budacılığı karakterise eden felsefi kuşkuculuğun belli bir epikurosçuluğun hazırladığı kesindir. Buda bir orta yol göstermiştir, çileciliğe ve zevke eşit uzaklıkta bir yaşam önermiştir ve insan doğasının ne kadar zayıf olduğu dikkate alınırsa çok zordur bu yolu izlemek. Buda rahipleri bu öğretiden sadece çileciliğin reddini almışlardır. Hindu dramlarında Buda rahibini obur ve şehvet düşkünü gösterme eğilimi ağır basar, oysa Buda rahibesi kendini çöp çatanlık işlerine vermiştir.
   
Ama temel nedeni öğretinin gelişmesinde aramamız gerekir. Halka inançlarını en geniş biçimiyle kabul eden Budacılık Hinduculuğa gitgide daha fazla yaklaşır. İlke olarak, kaynaşmanın Budacılığın da yararına olması gerekir. Ama bir yandan kaslar rejimini savunduğundan Hindistan’ın sosyal örgütlenmesine dayana öte yandan Vedaların halk nezdindeki otoritelerinden güç alan Hinduculuk aktif yaşamın dışında yer alan ve Hindistan’da ki kutsal geleneklerden habersiz olan Budacılıktan daha iyi silahlanmıştır.

KAYNAKÇA

Arvon, Henri (2006). Budacılık, Dost Kitabevi Yayınları: Ankara.
Algan, Refik (2004). Gerçeğin Yolu, Klan Yayınları: İstanbul.
Boorsstein, Sylvia (2001). Düşündüğümüzden Daha Kolay, Çeviren: H.Betül Çelik: Sistem      Yayıncılık: İstanbul.
Challaye, Felicien (2007). Dinler Tarihi: Çeviren: Samih Tiryakioğlu: Varlık Yayınları: İstanbul.
Çağatay, Saadet (1945). Altun Yarktan İkİ Parça, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya      Fakültesi Yayınları: Ankara.
Esin, Emel (!972). “Burkan ve Mani Dinleri Çevresindeki Türk Sanatı”, Türk Kültürü El Kitabı Cilt II: Ankara.
Esin, Emel (1987). İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a Giriş, Edebiyat fakültesi Matbaası: İstanbul.
Eberhand, W (1947). Çin Tarihi, Neşrihat Yayınları: Ankara.
Emmerick, R.E. (1987). “Buddhism ın Central Asia”, The  Encyclopedia Of Religion cilt,II: London .
Güngör, Harun (2003). Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları: İstanbul.
İnan, Abdulkadir (1976). Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı: İstanbul.
Kafesoğlu, İbrahim (1980). Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yayınevi: Ankara.
Kafesoğlu, İbrahim (1983). Türk Milli Kültürü, Boğaziçi yayınları: İstanbul.
Ruben, W. (1947). Budizm Tarihi, Çev;: Abidin İtil, Ötüken: Ankara.
Tanyu, Hikmet (1978). Türklerin Dini Tarihçesi, Türk Kültür Yayını: İstanbul.
Turan, Osman (1979). Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Nakışlar Yayını: İstanbul.

Linkback: https://www.buyuknet.com/eski-turklerde-budizm-ve-onemi-t35873.0.html

Etiket:
budizm önemi  turklerde budizm önemi 

Bu bilgi size yardimci oldu mu?

EvetHayır
Eski Türklerde Budizm ve Önemi
Eski Türklerde Budizm ve Önemi
(Ortalama: 5 üzerinden 2.5 - 6 Oy)
6