Buyuknet

Eğitim => Türkçe Ansiklopedi => Tarih => Konuyu başlatan: tarantula901 - 26.04.2014 - 01:26

Başlık: 17.Yüzyıl Osmanlı (Mahmut Han II)
Gönderen: tarantula901 - 26.04.2014 - 01:26
Otuzuncu Osmanlı sultanı ve İslam halifelerinin doksan beşincisidir. Osmanlı sultanlarından Birinci Abdülhamit Han’ın, Nakş-i Dil Sultandan olan oğlu olup, İstanbul’da 20 temmuz 1786 tarihinde doğdu. Şehzadeliğinde iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli alimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim Han, onun yetişmesine çok itina göstererek, modern askeri ve teknik bilgileri ve devlet idaresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Selim Han tahttan indirildikten sonra da, yeğeni Mahmut’la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi. 28 Temmuz 1808’de Alemdar Mustafa Paşa’nın, Selim Han’ı tekrar başa geçirmek üzere saraya girdiği sırada, sabık hakanın asiler tarafından şehit edilmesi üzerine, Sultan Mahmut, Osmanlı tahtına çıktı.
İkinci Mahmut Han, Alemdar Mustafa Paşa’yı, veziriazam tayin edip, Kabakçı isyanından sonra ülkede pek çok hadise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirdi. Kabakçı Mustafa isyanında rol oynamış bulunan asiler cezalandırıldı. Fesat çıkaranlar İstanbul dışında ikamete mecbur tutuldu. İstanbul’da otorite sağlamaya çalışılırken, Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Bağdat’ta valilerin çıkardığı karışıklıklar devam ediyordu. Cezayir’in idaresini "dayılar" ele geçirmişti. Vehhabiler, Haremeyn’i zaptederek, hutbelerden padişahın adını kaldırmışlardı. Bu kötü gidişe dur demek isteyen Sultan Mahmut, Anadolu ve Rumeli valilerini İstanbul’a davet etti. Bu valilerin yeni Sultan’a bağlılıklarını bildirmeleri istendi. Valiler İstanbul’a gelip, Sultan Mahmut Han’a bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel asilere karşı ittifak senedi imzaladılar. (Bkz. Sened-i İttifak)


Diğer taraftan, isyanlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için, talim ve terbiye usullerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icraattan memnun olmadılar. 14 Ekim 1808’de Sekban-ı Cedid adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı. Sekban-ı Cedid askeri, yeniçeriler ve taraftarları tarafından Nizam-ı Cedid’in ihyası olarak kabul edildi. Veziriazam Alemdar Mustafa Paşa’nın, devlet adamlarına ve askerlere karşı tavizsiz icraatları, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasım gecesi meydana gelen büyük isyan sırasında, Alemdar Mustafa Paşa öldürüldü. Mahmut Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı.

İstanbul’daki hadiselerin yatıştırılmasından sonra, diğer iç ve dış meselelerin halline bakıldı. Arabistan’daki Vehhabiler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karşı, siyasi faaliyetlerden katliamlara varan tecavüzlerde bulunuyorlardı. Bu arada Vehhabilerin reisi Sü’ud bin Abdülaziz, Hicaz’ı istilaya teşebbüs etti. Hac mevsiminde hacıların yollarını kesip, Müslümanlara işkenceleri ve İslam dinine olan hakaretleri, dayanılmaz bir hal aldığından, Halife İkinci Mahmut Han, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya ferman gönderip, Vehhabileri cezalandırmasını emretti. Mehmet Ali Paşa bir dizi harpten sonra mübarek beldeleri Vehhabilerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmut Han, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya ihsanlarda bulundu.

Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak gayesiyle yaptırdıkları bölücü ve yıkıcı faaliyetler çok artmıştı. Sırplar, Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtariyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı. Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklal propagandaları ile kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar.

1813 yılında, Sırplıları yola getirmek için Hurşid Paşa seraskerliğinde sefer açıldı. Hurşid Paşa, Belgrad’a gelip, asileri yola getirdi. Asi Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmekten kurtulmak için, Avusturya’ya kaçtı. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tabi oldu. Serasker Hurşid Paşa’nın umumi af ilan etmesiyle, Sırpların silahları toplatıldı. Kara Yorgi’den sonra Sırplıların başına Miloş Obrenoviç geçti. Osmanlı Devletine sadakatle hizmete devam eden Miloş Obrenoviç, 1818’de Avusturya’dan dönen rakibi Kara Yorgi’yi öldürdü. 1829 yılında Sırbistan’a muhtariyet verilmesine rağmen, yıllık vergi vermeyi ve dış işlerinde Osmanlılara bağlılığını devam ettirdi.

Arnavutluk’ta ise Tepedelenli Ali Paşa’nın nüfuzu sebebiyle Rumlar, Rusya’nın bütün teşvik ve yardımlarına rağmen isyana cesaret edemiyorlardı. Ancak, Fenerli Rumlarla eskiden beri sıkı münasebetlerde ve İngilizlerle gizli muhaberelerde bulunan Halet Efendinin haince faaliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali Paşa’yı bertaraf etmesi, Yunanlılara ayaklanma fırsatı verdi.

Etniki Eterya ve Fener’deki Rum Patrikhanesinin hedef tayin ettiği isyan, 1820 yılında başlatıldı. 12 Şubat 1821’de Mora Yarımadasına yayıldı. Rum asiler, komşuluk hakkını dahi çiğneyerek, Müslüman ahaliye karşı katliamlara giriştiler. İsyan, Atina, Teselya ve Adalara da yayıldı. Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi. Rus Çarının yaveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra İpsilanti, 6 Mart 1821’de Eflak’ta isyan çıkardı. İsyan bastırıldı. İkinci Mahmut Han, asilere karşı yerinde ve zamanında tedbir aldı. Bölge ahalisine silah dağıttırdı. Bölgede isyanlarla alakası görülenler cezalandırıldı. İstanbul’daki Rum Patriği ve birkaç metropolit, isyanla alakası görülerek asıldılar. Osmanlı Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin asilere devamlı yardım ve müdahaleleri, isyanın bütünüyle bastırılamamasına sebep oldu. Mora’daki isyan büyüyerek Adalara ve Selanik’e kadar yayıldı. Bu durum üzerine Sultan Mahmut, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’yı isyanı bastırmaya memur etti. Nitekim, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın, oğlu İbrahim Paşa kumandasında gönderdiği küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyanı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu (1825).

Yunan isyanı sırasında yeniçeri ve sipahilerin daha fazla bozulduğunu gören Sultan Mahmut Han, bu fesat yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi. Yeniçerilerin artan tecavüz ve zorbalıkları kamuoyunu da aleyhlerine çevirmişti. Padişah, Yunan isyanının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslaha girişti. Ancak askeri talim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyan manasında kazan kaldırdılar. Buna karşılık Sultan Mahmut Han da sadrazam, şeyhülislam ve devlet erkanını toplayarak yeniçerilerin artık hıyanette bulunduklarını, bu sebeple tedbir alınmasını belirtti. Alimler, din ve devletin bekası için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılması gerektiğini bildirdiler. Şeyhülislamın fetvası ile sancak-ı şerif çıkarılarak, dinine ve padişahına bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücadeleye girişmesi istendi. Böylece eşine ilk defa rastlanan bir olayla padişaha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipahi ocaklarını ortadan kaldırdılar. İstanbul’da asi, ahlaksız, serseri temizliği yapılarak, yirmi binden ziyadesi cezalandırıldı. Yeniçeri ocağının kaldırılması, hayırlı bir hadise kabul edilerek "Vaka-i Hayriye" denildi. Kendilerini Bektaşi kabul eden yeniçerilerin ortadan kaldırılmasıyla, Hurufi olan sahte Bektaşi tekkeleri kapatılıp, babaları başka yerlere gönderildi. Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adlı asker ocağı kurularak, devrin ihtiyaçlarına göre talim ve terbiye edilmesi, silah verilmesi ve özel kıyafet giydirilmesi kararlaştırıldı. Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslah edildi. Mekteb-i Bahriye açıldı. Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar getirildi.

Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi. İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamlarını yardım vadiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’yı da devletine karşı kışkırttılar. Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın hakim olacağı bir devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar. Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyaleti üzerine asker sevk etti. 1831-1832 yılındaki muharebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı olması sebebi ile galip gelince, Osmanlılar Rusya’dan yardım istediler. Bu durum, İngiltere ve Fransa’yı telaşa düşürdü. Fransa’nın aracılığıyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre, Mehmet Ali Paşa’ya Mısır valiliğine ilaveten Suriye, oğlu İbrahim Paşa’ya da Adana eyaleti muhassıllık olarak verildi. 8 Temmuz 1833’te Rusya ile savunma ve yardım esasına dayanan Hünkar İskelesi Antlaşması imzalandı. 1839’da Mısır üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinci Mahmut Han, İstanbul’da vefat etti ve Çemberlitaş’daki türbesine defnedildi.




Sultan İkinci Mahmut Han, Osmanlı Devletinin ilerlemesini, teknik ve sanayide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir padişahtı. Devrindeki büyük hadiseler karşısında asla ümitsizlik ve gevşeklik göstermedi. Gayreti sayesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sahip oldu.

Avrupa’ya askerlik ve yeni silahların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi. Askeri Tıbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu. Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassıslar getirdi. Askeri Tıbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okulların öğrenci ihtiyacını karşılamak için medrese ve mekteplere ilaveten sıbyan mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i Maarif-i Adli kuruldu. Ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak, çeşitli sahalarda mütehassıs eleman yetiştirmek için Avrupa’ya çok sayıda öğrenci gönderildi. Eğitim ve öğretim parasız olup, ilk tahsil mecburi hale getirildi. Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme bürosu kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı. 1 Ekim 1831 tarihinde Takvim-i Vekayi adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı. Fransızcası da dış ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandası yapılarak hadiseler ve ıslahatlar dünya kamuoyunda değerlendirmeye tabi tutuldu. Avrupa basınında, Türkiye ve Sultan Mahmut Hakkında neşredilen yayınlar takip edildi.

İkinci Mahmut Han, hükümet teşkilatı usulleri, kıyafet nizamında yenilikler yaptı. Osmanlı Devlet teşkilatındaki önceki müesseselerin yerine, Sadrazama Baş Vekil (Başbakan); Defterdara Maliye Nazırı (Maliye Bakanı); Reisü’l-küttaba Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı); Sadrazam Kethüdasına Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) denilmeye başlanıldı. Osmanlı Devletinde büyük bir yekun tutan vakıflar için Evkaf Nezareti kuruldu. Hükümet ve ahalinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye; askeri işlerin görülüp, kararlaştırıldığı Dar-ı Şura-yı Askeri müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları, rütbe ve derecelerine göre bağlanarak, verilmeye başlanıldı. 1827’de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu. 1838’de Karantina usulünü vücuda getirdi. Posta müessesesini kurdu. Posta yollarının kurulmasına çalıştı. Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta yolu yaptırdı. 1831 yılında kısmi nüfus sayımı yapıldı. Arabistan’dan asker alınmadığı için sayımdan hariç tutuldu. Nüfus sayımında insan ve servet durumu ölçülmüş oldu. Dört milyon Hıristiyana karşılık sekiz milyon Müslüman ahalinin sayımı yapıldı. Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktarını da ortaya çıkarmış oldu.

İkinci Mahmut Han’ın ilmi fazla olup, dini, fenni, teknik, askeri, idari ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindar, akıllı, zeki, çalışkan olup, gayret ve azim sahibiydi. Şairdi. Adli mahlasıyla şiir yazardı. İlim, sanat adamlarına ve eserlerine çok alaka gösterirdi. Onlara kıymet verip, himaye ederdi.

Ülkenin imarına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müesseselerine önem veren İkinci Mahmut Han, pek çok eser yaptırdı. Bayezid Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı Köprüsü denilen Mahmutiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çırağan saraylarını; Tophane’de Nusratiye, Bahçekapı’da Hidayet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sahilinde Tevfikiye camilerini yaptırdı. Hazret-i Halid’in türbesini mükemmel tamir ettirip, iyi bir hattat olduğundan sandukası puşidesi üzerindeki yazıyı kendi el yazıları ile yazdı. Tophane’de Kadiri Camii ve tekkesini tamir ettirdi.

İkinci Mahmut Han, 1820 senesinde Hücre-i saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı Sultanlarının Resulullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesikasıdır:

Şamdan ihdaya eyledim cüret ya Resulallah!

Muradım der-i ulyaya hizmet, ya Resulallah!

Değildir ravdaya şayeste, destaviz-i naçizim,

Kabulünle kıl ihsan u inayet, ya Resulallah!

Kimim var hazretinden gayrı, halim eyleyem i’lam,

Cenabındandır ihsan u mürüvvet, ya Resulallah!

Dahilek, el-eman, sad el-eman, dergahına düşdüm,

Terahhüm kıl, bana eyle şefa’at ya Resulallah!

Dü-alemde kıl istishab bu Han Mahmut-i Adliyi,

Senindir evvel ü ahırda devlet ya Resulallah!

Mısır, Yanya ve Mora gibi vilayetlerin isyanı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultan Mahmut Han, Mekke ve Medine’yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecid Han, bunları tezyin için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir.