Buyuknet

İnsan ve islam => İslam => Genel Dini Konular => Konuyu başlatan: tarantula901 - 19.03.2010 - 19:29

Başlık: Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) bir şefkat peygamberidir
Gönderen: tarantula901 - 19.03.2010 - 19:29
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) bir şefkat peygamberidir
         



Ahmet ÖZDEMİR Siyer, sözlükte tarzlar, gidişler, yollar demektir. Peygamberlerin hayatlarını ve ahlâkını anlatan eserlere “siyer-i enbiyâ” denilir. Konusu, Hz. Muhammed’in (asm) hayatı, ahlâkı ve yaşayışı olan, onun gaye ve cihanı irşat eden mesleğinden bahseden eser(ler)e “Siyer-i Nebî” denmektedir.1 Resûl-i Kibriya Efendimizin hayatı genel olarak iki ana bölümde ele alınmaktadır: Mekke hayatı ve Medine hayatı. Siyer kitaplarında Mekke dönemi yeterince teferruâtla anlatılmış, Medine döneminin önemli bir kısmı ihmâl edilmiştir. Hâlbuki Resûl-i Ekrem’in (asm) Medine hayatı önemli olaylarla doludur. Peygamber Efendimiz (asm) orada bütün kişiliği ile İslâm insanını meydana getirmiş, İslâm toplumunun temelini atmıştır. Resûlullah (asm), orada her aile için örnek bir aile hayatı yaşamıştır. “Sahabe-i Kiram” veya “Ashab-ı Kiram” adıyla bildiğimiz yıldız insanlar elbette ilgi çekicidir. Resûl-i Ekrem (asm) toplumda ahlâk anlayışını kökten değiştirmiştir. Toplum hayatında ferdin ferdle, ferdin toplumla olan ilişkilerini düzenlemiştir. Yine İslâm’ın farklı dünya görüşleri ve çeşitli devletlerle karşılaşması da bu dönemdedir. İslâm Mekke’de doğmuş ve Medine’de, Arabistan’da, Arabistan dışında yayılması daha çok Medine döneminde gerçekleşmiştir. Toplam 23 yıllık dönemi kapsayan Peygamberlik döneminde ise dünyaya örnek bir “Asr-ı Saadet” modeli sunularak İslâm’ın yaşanılabilir olduğu bütün insanlığa uygulamalı olarak gösterilmiştir. Bütün bunların merkezinde de bütün özel hayatı ile Resûl-i Ekrem (asm) gerçeği vardır. Bu arada hemen bir üzüntümüzü belirtmeden de geçemiyoruz. Siyer kitaplarında gazveler (savaşlar) ön plana çıkmaktadır. Sanki Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), hicretin ardından hemen savaşlara başlamış gibi, siyer yazarları hicret konusunu bitirir bitirmez hemen onun gazvelerini ele alırlar. Medine dönemi ele alınırken şu başlıklar ilk anda dikkatimizi çeker: * Hicretin ikinci yılında Büyük Bedir gazvesi, * Hicretin üçüncü yılında Uhud gazvesi, * Hicretin dördüncü yılında Beni Nadır gazvesi, * Hicretin beşinci yılında Hendek gazvesi, * Hicretin altıncı yılında Hudeybiye antlaşması, * Hicretin yedinci yılında Hayber’in fethi, * Hicretin sekizinci yılında Mekke’nin fethi ve Mute seferi, * Hicretin dokuzuncu yılında Tebük seferi, * Sonra Arabistan’ın çeşitli yerlerinden Müslüman olmak üzere heyetlerin gelmesi, * Daha sonra da Resûl-i Ekrem’in (asm) vefatı. Bu başlıkları görünce insanın aklına ilk önce neler gelebilir, dersiniz? Sanki Peygamber Efendimiz’in hayatı peş peşe devam eden savaşlardan ibarettir! Adeta o bir savaş (!) peygamberidir. Sanki İslâm savaş dini! Tabiî bunlar gerçekleri yansıtmaktan uzaktır. Burada hemen şunu ifade edelim ki: O zamanda yapılan savaşlarda kılıç, mızrak, ok ve yay kullanılmaktadır. Karşılaşmalar uzun sürmemektedir. Taraflar meydanda karşılıklı birkaç defa hücumdan sonra sonuca ulaşmaktadır. Birkaç saat sonra savaşın mağlûbu meydandan çekilmekte, galibi belli olmaktadır. Meselâ, şu örneklere bir bakalım: Uhud Savaşı İslâm tarihinde belki en çok bildiğimiz ve anlattığımız savaştır. Bu savaş bile birbiri ardına yaşanan karşılıklı üstünlük ve çekilmelere rağmen sadece bir gün sürmüştür. Her şey Şaban ayının 15’ine rastlayan Cumartesi gününde tamamlanmıştır. Hendek Savaşı, Peygamber Efendimizin (asm) en uzun gazvesi olmakla birlikte birkaç haftada bitmiştir. Uzun sürmesinin gerçek sebebi de adı üstünde hendek kazılmasıdır. Resûlullah’ın (asm) hayatında savaşların toplamı iki ayı bile bulmamaktadır. Mute Savaşı gibi bazı savaşlara kendileri değil, görevlendirdiği sahabeler komutanlık yapmışlardır. Seriyye dediğimiz küçük birliklere de Resûlullah (asm) komuta etmemiştir. Yapılan savaşlarda Müslümanların şehit sayısı 139 iken, düşmanlarının ölü sayısı 112’dir. Günümüzde yapılan savaşlara bakarsanız, dehşete kapılmaktan kendinizi alamazsınız. Peki, bu zaman dışında Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) ne yapmıştır, nelerle meşgul olmuştur? Peygamber Efendimiz (asm) savaşlara giderken bile fert ve toplumun terbiyesiyle meşgul olmuş, her fırsatı değerlendirerek insanları Allah’a imana, İslâm’a dâvet etmiştir. Asr-ı Saadet’te gördüğümüz savaşları yalnızca sebep-sonuç ilişkileri açısından ele alsak bile, İslâmiyet’in savaş dini olmadığı ortaya çıkacaktır. Aslında savaşlar son çare olmuştur. Bu savaşlara baktığımızda, ya bir savunma, ya huzur ve güvenliğin sağlanması için, ya da Allah adının yüceltilmesine ve adaletin götürülmesine konulan inatçı engelleri aşmakta son çözümdür. Resûl-i Kibriya (asm) Efendimiz bir şefkat peygamberidir. Bunu savaşlara çıkılırken komutanlara söylediği sözlerde rahatlıkla görebiliriz. Resûl-i Ekrem bizim gibi insandır. Öyleyse o da bizim gibi acı çeker, soğuk çeker, elem çeker. Her bir hâl ve hareketlerinde hârikulâde bir vaziyet verilmemiştir. Öyle olsaydı, ümmetine fiilleriyle imam olamazdı, tavırlarıyla rehber olamazdı, bütün hareketlerinde ders veremezdi. Bütün ahvâliyle de “rahmete’n-li’l-âlemîn” olamazdı.”2 Maksadımız, Allah’ın Müslümanlara örnek olarak gönderip, “Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır”3 buyurduğu Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizin hayatını gerçeklere daha uygun olarak anlatmaktır. Aslında Resûlullah’ın (asm) hayatının her safhası, hatta her ânı ele alınmalıdır. Çünkü o, “güzel ahlâkı tamamlamak için” gönderildiğine göre hiçbir şeyi kaybedilmemeli, aksine kaydedilmelidir. Resûl-i Ekrem’in hayatına baktığımızda onun (asm) Allah’tan aldığı vahyi insanlara ilettiğini ve hayata teker teker uyguladığını görürüz. Bir bakıma Resûlullah’ın (asm) hayatı İslâm’ın ortaya koymuş olduğu değerler sisteminin uygulanmasından ibarettir. Bu konuda şu âyetleri hatırlayalım: “Apaçık mu’cizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik.”4 “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.”5 “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.”6 Burada önümüze Resul-i Ekrem’in (asm) sünnet-i seniyyesi çıkmaktadır. Yani Resûlullah’ın (asm) fiilleri, sözleri, davranışları… Resûl-i Ekrem’in ümmetini nasıl düşündüğü şu âyet-i kerimede ne güzel açıklanmaktadır: “Ey İnsanlar, Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.”7 Resulullah’ın hayatında ümitsizlik yoktur. Kendisine hiçbir kimse inanmasa, tabi olmasa, hatta arkalarını dönüp kaçsalar bile Allah’a tevekkül edecektir. Allah’ın emri de bu yöndedir: “Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: ‘Allah bana yeter. O’ndan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben O’na tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de O’dur.”8 Yukarıdaki âyetin işari mânâsı da şudur: “Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terk edip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme. De ki: Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, her şey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. O’nun başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi, nihayetsiz cünud ve askerinden, başkalarını gönderir. Ve mezaristana girenler mahvolmadılar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarları gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarik-i hakkı takip edecek muti kullarını gönderebilir. Madem öyledir; O her şeye bedeldir, bütün eşya bir tek teveccühüne bedel olamaz.”9 Sahih rivayetlerde bildirildiğine göre Resûl-i Ekrem (asm) dünyaya gelirken “ümmeti, ümmeti” dediği gibi kıyamet gününde de “ümmetî, ümmetî” diyerek ümmetine olan şefkatini gösterecektir. Allah’ım bizi o ümmetten eyle! (Âmin! Dipnotlar: 1- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, s.634. 2- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 523. 3- Ahzab Sûresi, 21. 4- Nahl Sûresi, 44. 5- Bakara Sûresi, 151. 6- Haşr Sûresi, 7. 7- Tevbe Sûresi,128. 8- Tevbe Sûresi,129. 9- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 177-178.25.05.2009